BÂB-I ÂLÎ BASKINI 23 OCAK 1913
İttihâd ve Terakkî cemiyetinin, hükümeti ele geçirmek için 23 Ocak 1913’de tertiplediği kanlı baskın, ikinci Meşrûtiyet’in ilânında ve 31 Mart Vak’ası’nda orduya dayanarak iş başına gelen İttihâd ve Terakkî komitesi, asker ocağını siyâsete karıştırarak bozmaya çalıştı ve memleketi keyfî olarak idare ettiler. 16 Temmuz 1912 Salı gününe kadar bu keyfî idare devam etti. Sadrâzam Saîd Paşa, bu târihte halaskar zâbitân grubunun baskısıyla istifa edince, İttihâd ve Terakkî iktidardan düştü. Gâzi Ahmed Muhtar Paşa başkanlığındaki yeni hükümet iş başına geldi. Balkan harbinin birbirini tâkib eden acı günlerinde, ancak üç ay sekiz gün kadar İktidarda kalabilen bu hükümetten sonra sadâret makamına Kâmil Paşa getirildi.
İttihâd ve Terakkî komitesi, hem Gâzi Ahmed Muhtar Paşa hem de Kâmil Paşa’nın iktidarları zamanında ihanete varan gizli faaliyetler yürüterek yeniden iş başına gelmeye çalıştı. Maksadına kavuşabilmek için aklın alamıyacağı türlü hîle ve tuzaklara başvurdu. İktidarda bulunan hükümetlerin iyi niyet veya gafletinden istifâdeye çalışıyorlardı. Balkan harbinin acı günlerinde düşman ordularının İstanbul kapılarına dayandığı bir sırada, memleketin içinde bulunduğu vahîm duruma bakmaksızın, Kâmil Paşa hükümetini devirmek için çeşitli entrikalar çevirerek, memleketi yeni bâdirelere sürüklediler.
Asker içinde bozgunculuk yapıp, Anadolulu askerlere, Rumeli’nin kendi vatanları olmadığından bahisle hükümetin kendilerini boş yere kırdırdığı fikrini yaydılar.
Öte yandan Balkan savaşının neticeleri ne olursa olsun, büyük devletlerce sınır değişikliğine müsâde edilemiyeceği, ordunun mağlûb olmasından dolayı devlete hiç bir zarar olmıyacağı propagandasını yaydılar. Halaskârân grubuna mensûb olmayan zabitlerden bir çoklarını elde ederek, ordudaki eski mensûblarını da siyâsî faaliyete sevk ettiler. Halaskârân grubunun reîsi durumunda bulunan ve Kâmil Paşa kabinesinin harbiye nâzırı ve başkumandan vekîli olan Nâzım Paşa’yı çeşitli vâdlerle saflarına çektiler. Hattâ işbaşına geldikleri takdirde kendisini sadrâzam yapacaklarına bile inandırdılar.
Hükümetin yapmak istediği icrâatı zamanında haber alabilmek için İstanbul’daki polis kadrosunun mühim bir kısmına İttihâd ve Terakkî komitesinin adamları yerleştirildi. Harbiye nâzırı Nâzım Paşa, Bingâzi’den davet ederek getirttiği İttihâd ve Terakkî komitesi üyeleri Enver Paşa’yı kolordu erkân-ı harb reisliğine (kolordu kurmay başkanlığına) ve Cemâl Paşa’yı da menzil müfettiş-i umumîliğine tâyin etti. Böylece İstanbul’daki askerî kuvvetin mühim bir kısmı İttihâd ve Terakkî’nin kontrolüne girdi. Nâzım Paşa’nın bu faaliyetleri kabîne içinde huzursuzluklara sebeb oldu. Sadrâzam Kâmil Paşa, Nâzım Paşa’nın bu faaliyetleri sebebiyle sadâretten istifa etmeyi ve kuracağı ikinci hükümete Nâzım Paşa’yı almamayı düşündü. Fakat Nâzım Paşa’dan çekindiği için bunu yapamadı.
Her gün yeni bir maceranın peşinde olan İttihâd ve Terakkî komitesi; Kâmil Paşa hükümetinin Edirne’yi Bulgarlara bıraktığı şeklinde dehşetli ve yıkıcı bir propagandaya girişti. Orduyu ve halkı mevcut hükümete karşı ayaklandırmaya diğer taraftan da kirli emellerini gizlemeye çalıştı.
Konunun aslı ise şöyleydi: Balkan savaşı sonrasında Balkan devletleriyle Londra sulh müzâkerelerinin neticelenmesine mâni olan Edirne ve adalar mes’elesinden dolayı, düvel-i muazzama veya düvel-i sitte denilen altı devletin İstanbul elçileri Bâb-ı âlî’ye müşterek bir nota vererek Edirne’nin Bulgaristan’a terk edilip Midye-Enez hattının hudûd olarak kabul edilmesini ve adaların geleceğinin de Anadolu’nun emniyeti göz önünde bulundurulmak suretiyle kendilerine bırakılmasını istediler. Bu iki şart kabul edilmediği takdirde harbe devam edileceğini bildirdiler.
Kanlı Bâb-ı âlî baskınından bir gün önce 22 Ocak 1913 günü, Dolmabahçe Sarayı’nın üst katındaki büyük salonda vükelâ (bakanlar), âyân meclisi, askerî ve mülkî erkândan meydâna gelen Şûrâ-yı umûmî toplandı. Mes’ele uzun uzadıya müzâkere edildikten sonra, devletin artık harbe devam edemiyeceğini, Edirne’nin de Bulgaristan’a bırakılmayıp, tarafsız ve serbest olmasını, ilgili devletlerin tasdîkiyle Bâb-ı âli’ce bir mutasarrıf ve meşîhat makamına bir kâdı tâyin etmesini Meclis-i İdare azasının ahâli tarafından yapılıp, mahallî jandarma ve polis kuvvetleri teşkil edilerek, maaşların mahallî bütçeden karşılanmasını, bütçe açıklarının Osmanlı hazînesinden kapatılmasını, dînî ve millî günlerin eskiden olduğu gibi kutlanması kararlaştırıldı. Cevabî bir nota yazılmak üzere emir verildi.
Hazırlanacak nota metnini tedkîk için Meclis-i vükelâ 23 Ocak 1913 Perşembe günü öğleden evvel toplandı. Bu toplantıdan sonra İttihâd ve Terakkî komitesi, kamuoyuna karşı Kâmil Paşa kabinesinin Edirne’yi Bulgaristan’a terk ettiğini yayıp, bu iddia ve iftiraya dayanarak da Bâb-ı âlî baskınına bir halk hareketi görünümü vermek için teşebbüse geçti. Hâlbuki hükümet Edirne’nin Bulgaristan’a terkini kabul etmediği gibi, notayı da henüz göndermemişti.
Bâb-ı âli’ye baskın düzenleyerek hükümeti ele geçirmeyi plânlayan İttihâd ve Terakkî komitesi günlerce süren hazırlığını gizlice tamamladı. Dâhiliye nâzırının haberi olmadan, Bâb-ı âlîyi korumakla vazifeli muhafız bölüğü Cemâl Bey (Paşa) tarafından yerinden alınarak başka yere götürüldü ve yerine acemi askerlerden derme çatma bir müfreze getirildi. Bu müfrezenin başına da bir ittihâdcı zabit vazifelendirildi. Bildirilen gün ve saatte, ittihâdcıların fedaîler grubuna mensub bâzı genç subaylarla, siviller, Bâb-ı âlî civarında yerlerini aldılar.
Meclis-i vükelânın (bakanlar kurulu) Bâb-ı âlî’de toplantı hâlinde bulunduğu sırada, o yıllarda İttihâdcıların umûmî merkezi durumunda olan ve şimdiki Cumhuriyet gazetesinin bulunduğu meşhur kırmızı konak ve bu binanın hemen karşısındaki Menzil müfettişliğinde toplanan İttihâdcılar, Talat Bey’in emriyle Sapancalı Hakkı’nın götürdüğü, “Her şey hazır” haberinden sonra harekete geçerek, en önde Enver Bey bir ata binmiş, onun etrafında da iki yüze yakın fedaisi olmak üzere yola düştüler.
Ellerinde küçük bayraklar olan baskıncılar Cağaloğlu tarafından, “Yaşasın Enver Bey, Yaşasın Millet” bağırtılarıyla Bâb-ı âlî’ye yürüdüler. Talat Bey, daha önce gelerek bir kaç zabit ile beraber içeri girmişti. Enver’le birlikte olan çeteciler güruhu binek taşına geldiği zaman, İttihâdcılar tarafından değiştirilen, sözde koruma görevlisi müfreze, başındaki zabitle birlikte ortaya çıktıysa da Enver atından inip merdivenlerden çıkmaya başladı ve zabiti çağırarak kısa bir emir verdi. Zabit, askerlerini alıp Bâb-ı âlî’nin arka tarafındaki Nalli Mescid önünde silâh çattırdı ve hiç bir şeye karışmadı. Bu boşluktan istifâde eden Enver’le adamları içeri daldılar. Baskının kanlı safhaları dış sofada cereyan etti, Hepsi silâhlı olan baskıncılar, gürültüyle sofaya girdikleri sırada kendilerine silâh çeken sadâret yaveri Nafiz Bey’le, harbiye nezâreti yaverlerinden Kıbrıslı Tevfik Bey’i, sadâret dâiresi kapısında duran iki nöbetçi neferi ve isimleri bilinmeyen diğer altı kişiyi vurup öldürdüler. Kendilerinden de cemiyet murahhaslarından ve eski mülâzımlardan Mustafa Necip Bey isminde biri öldürüldü. Dış sofada on kişiyi öldüren çeteciler, başlarında Talat ve Enver olduğu hâlde iç sofaya daldılar.
Baskın hâdisesinin başladığı sırada pâdişâhın bâzı irâdelerini tebliğ için saraydan gelen mâbeyn başkâtibi Ali Fuad Bey’le görüşmek üzere, sadrâzam Kâmil Paşa Meclis-ı vükelânın bulunduğu salondan kalkıp sadâret odasına geçmişti. Bu sırada gürültüleri duyan gafil ve mağrur harbiye nâzırı ve başkumandan vekili Nâzım Paşa yerinden fırlayıp ne olduğunu anlamak için sofaya çıktı. Bu sırada kendilerini engellemek isteyen sivil polis komiseri Celâl Efendi’yi de öldüren çeteciler sofada harbiye nâzırı Nazım Paşa ile karşılaştılar. Kendisini sadâret vadiyle aldatan komitacıları ellerinde tabancalarla gören Nâzım Paşa, kendisine siyâsetle uğraşmayacağı hakkında şahsî ve askerî namusu üzerine söz vermiş olan Enver’le yanındakilere; “Siz beni aldattınız. Bana verdiğiniz söz bu muydu?” diyerek karşı çıkmak istedi. Tam o sırada isabet eden bir kurşunla devrilip az sonra öldü.
Silâh seslerini duyan şeyhülislâm Cemâleddîn Efendi, odunluğa saklanmış, Vükelânın çoğu da Anadolu ve Bağdâd demiryolları müdîr-i umûmisi Huguenin’le diğer bir-iki ecnebînin bulunduğu odalara sığınmışlardı. Yalnız dâhiliye nâzırı Reşîd Bey’le, evkaf nâzırı Ziya ve bahriye nâzır vekili Ferik Rüstem paşalar Meclis-i vükelâ salonunda kalmışlardı. Talat ve Enver beyler sadâret odasına dalıp 83-84 yaşlarında bulunan ihtiyar sadrâzam Kâmil Paşa’ya istifa etmesini söylediler. Kâmil Paşa harp vaziyetinin vehâmetinden ve devletin mâruz kaldığı tehlikelerden bahs ederek nasihat vermek istediyse de, mütemadiyen sözünü kesen Talat’ın sert bir sesle; “İstifa istifa…” diye bağırıp çağırması üzerine kalemi aldı ve; “Cihet-i askeriyyeden vuku bulan tektif üzerine” kaydıyla bir istifaname yazdı. Zorbaların ısrar ve tehdîdi üzerine bu ibarenin başına; “Ahâli ve” kelimelerini de ilâve etmek zorunda kaldı.
O sırada dışarı çıkan bir kaç tabancalı çeteci Bâb-ı âlî’nin önünde biriken 40-50 kişilik meraklılar topluluğunun arasından geçip karşı köşede bulunan eski Ma’zûlîn kıraathânesine giderek içeridekileri; “Ulan tû! Ne duruyorsunuz! Vatan gidiyor, din gidiyor, alçaklar” diye zorla dışarı çıkardılar. Sonra da tekbir getirmeye başladılar. Tam o sırada Enver Bey istifa kağıdı elinde olduğu hâlde binek taşında göründü. Halka sükût işareti verdikten sonra, kabînenin istifa ettiğini kendisinin şimdi saraya gidip, pâdişâha durumu arz edeceğini ve yeni kabînenin Mahmûd Şevket veya İzzet paşalardan biri tarafından kurulmasının muhtemel olduğunu söyledi. Şeyhülislâm Cemâleddîn Efendi’nin otomobiline binerek Dolmabahçe’ye hareket etti.
Bu sırada İttihâd ve Terakkî komitesinin meşhur hatibi Ömer Nâci sağ elindeki kocaman tabancayı sallayarak, sol eliyle de dizlerini yumruklayarak binek taşının üzerinde belirdi; “Edirne gidiyor, din gidiyor, vatan gidiyor” diye bağırarak halkın isyânı süsünü verebilmek için etrafına kalabalık toplamaya çalıştı. O sırada binek taşının üstündeki cümle kapısının sağ tarafında Ziyâ Gökalp ve Talat Bey göründüler. Ziya Gökalp; “Edirne’yi düşmana veren kabîneyi millet devirdi” diyerek Talat Bey’le karşılıklı konuşup gülüştüler. Bu arada gözden kaybolan Talat Bey, bir müddet sonra gelip bütün vilâyetlere dâhiliye nâzır vekili imzasıyla; “Kâmil Paşa kabinesinin Edirne ile adaları düşmana verdiği için millet tarafından iskat yâni düşürüldüğünü” belirten bir telgraf çektiğini bildirdi. Bir müddet sonra Enver ve başmâbeynci Hâlid Hurşîd Bey saraydan dönerek; Mahmûd Şevket Paşa’nın sadrâzamlığa, Erkân-ı harbiye-i umûmiye reîsi İzzet Paşa’nın da başkumandan vekilliğine tâyin edildiğini binek taşından halka îlân etti ve; “Pâdişâhım çok yaşa!” dedi. Oraya toplanan kalabalık da aynı sözü tekrarlayıp; “Ah Mahmûd Şevket Paşa, Edirne’mizi kurtar!” diye bağırdılar.
Tutuklu olarak bulunan sadrâzam Kâmil Paşa ve şeyhülislâm Cemâleddîn Efendi haricindeki diğer vükelâ (bakanlar) serbest bırakıldılar. Kâmil Paşa ve Cemâleddîn Efendi de geceleyin serbest bırakılıp evlerine gönderildiler.
Bâb-ı âlî baskınından sonra, devletin geleceği tekrar İttihâd ve Terakkî çetesinin eline geçti, örfî idare (sıkı yönetim) îlân edilip İttihâd ve Terakkî’ye muhalif olan kimseler Bekir Ağa bölüğü denilen askerî tevkifhâneye (tutuk evine) gönderildiler. Sultan İkinci Abdülhamîd Han’a müstebid hükümdar, kızıl sultân diyen ve onun basına sansür uyguladığını iddia eden İttihâd ve Terakkî mensupları, muhaliflerini tutuklamakla kalmayıp, basına sansür koydular, kurdukları darağaçlarında, nice vatanperver ve masum kimseyi bir bahaneyle îdâm ettiler. Hafiye teşkilâtı ve İstanbul muhafızlığı denilen askerî ve siyâsî emniyet teşkilâtıyla, bir tedhiş ve terör idaresi ve müdhiş bir komite hâkimiyeti kurdular. Kâmil Paşa ile şeyhülislâm Cemâleddîn Efendi, dâhiliye nâzırı Reşîd, mâliye nâzırı Abdurrahmân, muharrir Ali Kemâl ve Doktor Rızâ Nûr beyler yurt dışına sürüldüler.
İttihâd ve Terakkî çetesi tarafından iktidara getirilen Mahmûd Şevket Paşa hükümeti, Kâmil Paşa hükümetinin kabul etmediği şartları kabul ederek, bütün Rumeli kıt’asıyla beraber Edirne’yi düşmana terk etti ve adaların geleceğini de ilgili devletlere bıraktı.