Aziz Dağtekin yazdı
Düşmanın en büyük hilesi, dostluğudur. Avcı nice tuzak, hile bilirse, ayı da onca yol bilir. Hile; oyunu kazandırsa da, kaderi değiştirmez. Hile ile iş gören, minnet ile can verir. Bu anlamlı sözleri sözde Müttefikimiz ABD ile sahte Müslüman İran işbirliğini ve hilelerini anlatmaktadır.
Tarih boyunca İran, İslam alemine hem kambur olmuş hem de islam alemine mezhepsel bölücülük getirmiştir. Din-i İslam’ı tebliğ için hiçbir gayrimüslimle savaşmamıştır. Bunun en gerçekçi örneği de yakın tarihte yaşanan bir olayın sır perdesinin aralanmasıdır. Neydi o sır perdesi? Yakın tarihte ABD ile İran arasında kanlı bir hesaplaşma olmuştu.
Amerikan güçleri, titizlikle hazırlanmış bir planla 3 Ocak 2020’de İran Devrim Muhafızlarına bağlı Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin konvoyunu hedef almış, Kasım Süleymani ile birlikte 10 kişiyi öldürmüştü. Haliyle bu kanlı hesaplaşma İran’da infial meydana getirdi. Aslında bu da beklenmedik bir gelişme değildi. İşte bu noktaya kadar olanı haberlerin bize sunduğu şekliyle öğreniyoruz ve hafızalarımıza kazıyoruz. Tarihte böyle yazıyordu zaten. Oysa bir de işin arka perdesi varmış. Bütün büyük kırılmalar da bu kural değişmez. Ancak bilmeyiz, bilmek istemeyiz ezberlerle gideriz. Amerikan eski Başkanı Trump çıktı bu hileli ve anlaşmalı olayı gizlenen yönüyle anlattı. İran Devrim Muhafızları Komutanı Kasım Süleymani’nin 3 Ocak 2020’de Amerika tarafından öldürülmesinin ardından İran yetkililerinin kendisiyle iletişime geçtiğini belirten Trump, sır yüklü çok korkunç açıklamalar yaptı.
Trump tüyler ürperten açıklamasında şunları söyledi: Amerika en güçlü ülke olmalı. 2020’de yaşanmış bir olay var. Kasım Süleymani’nin öldürülmesinden sonra İranlı yetkililer benimle temas kurdu. Dediler ki dinleyin başka seçeneğimiz yok sizi vurmak zorundayız. Çünkü kendimize saygımız var. Sizin pek kullanılmayan üssünüz var. Oraya 18 füze göndereceğiz. Bunları anlıyordum çünkü onları vurmuştuk ve bir şeyler yapmaları gerekiyordu. İran’dan bilgimiz dahilinde fırlatılan 18 füzenin beşini havada infilak ettirdik diğerleri de üssün çevresine düştü. Normalde bu füzeler oldukça hassas ve isabetli silahlardı aslında. Saldırı anında birçok Amerikalı tedirgindi. ancak ben çok rahattım. Neymiş devletler kendi aralarında gizli frekanstan iletişim kurar kurguyu hazırlar insanlara sunarmış.”
Şimdi Trump’ın anlattığı bu hadise dünyada yaşanan bütün büyük kanlı olayların üzerine şablon olarak oturyordu. Özellikle Gazze meselesine. İran’ın tepkisine bakın!.. Amerika’yı vurdu vuracaklar böyle davranmak zorundalar. Doğru ancak gerçekle, televizyonda yapılan açıklamalar farklı. Bunu bildiğim için geçtiğimiz günlerde büyük ihtimalle Hizbullah saldıramayacak. İran tedirgin. Çünkü adamlar nükleerle Tahran’ı tehdit ettiler diye not düşmüştüm. Anlayacağınız güç konuşuyordu. Olan buydu. Kimse saldırmıyor bunu kimse göze alamıyordu. Aklımıza bu tiyatro da ABD İran dayanışmasının olduğudur. Çünkü İran asla İsrail’e saldıramaz ve saldırmayacaktır. İran, İsrail’in Orta Doğu’daki sigortasıdır. Hamas’ın da bazılarının İran ile bağlantılı olduğunu dolayısıyla Siyonist ve Envajenistlere hizmet ettiğini düşünüyorum. Ankara’da terör eylemi girişimi, 2 gün ara ile aynı araçlarla İsrail’e göz dağı verilmesi tesadüfi değildir.
Olayların devamına ve olan bitene bakıldığında asıl meseleyi pas geçip içeriye dönüyoruz. Kemal Kılıçdaroğlu, Ekrem İmamoğlu, Özgür Özel, Demirtaş. Kavala, Millet İttifakı, yerel seçimler, enflasyon, döviz ve faiz oranları gibi manşetlere sıkışıp kalıyoruz. Elbette bunlara da sırtımızı dönemeyiz. Ancak hepsini etkileyecek ve kapsayacak gelişmelere de gözümüzü kapatamayız.
Bu gerçekler ışığında Amerika Orta Doğu’da yeni bir sayfa açmak için düğmeye bastı. Bütün taşlar yerinden oynayacaktı. Bu belliydi. Biz de ülke olarak işin merkezindeydik. Ama öyle ya da böyle!. 7 Ekim’deki Hamas saldırısından önce Ankara’da terör eylemi yaşandı. PKK/YPG’ li teröristler sınırın öteki tarafından paramotoruyla geçip önce Kayseri’ye sonra da Ankara’ya geldiler. Allahtan saldırı zayiatsız olarak püskürtüldü. Teröristler etkisiz hale getirildi. Ardından Türk Silahlı Kuvvetleri sınırı geçip ABD’nin desteklediği, eğitip donattığı, finanse ettiği PKK/YPG’ye operasyon çekti. Amerika hemen terörist müttefiklerinin yardımına kusursuz bir şekilde koştu. SİHA’mızı düşürdü. Haliyle bu çirkin olay Türkiye’yi ayağa kaldırdı. Aradan 2 gün geçmeden PKK/YPG’nin kullandığı paramotoru bu kez Hamas’ta gördük. Hamas, İsrail’i bastı katliam yaparak savaşı başlattı. Sonrası malum. Pusuda bekleyen Pentagon gücünü bölgeye yığdı. Peki neden? Çünkü Amerika’nın küresel ligde rakibi İngiltere yani City of London ile Çin ve bu kulvara destek olanlardı. Güç gösterisi bunlara karşıydı.
Washington Çin’i devre dışı bırakırsam Londra’da diğerleri de yola gelecektir diye değerlendiriyor bu küresel ritmin kısa tanımı. Pekin yönetimiyle mücadeleye daha önce start veren Amerika elindeki son kozunun ordu, donanma, nükleer silah olduğunun farkında ağır basan silahlı gücünün etkisiyle sonuç almak niyetindeydi. Ekonomik ve ticari olarak Çin kolay rakip değil. Ellerindeki son koz olan askeri güç anlamını yitirmeden düğmeye basacaklardır. Bu kaçınılmaz bir gerçektir ben de olsam siz de olsanız böyle yapardınız. Elbette zaman Çin’e yarıyordu. Yani işte tam bu denklemde Pekin ile uğraşacak olan Washington Orta Doğu’da sorunsuz alan bırakıp yoluna devam etmek istiyordu. İngiltere’de bunu bildiği için bölgesel savaşı kovalıyordu. Amerika burada vakit kaybetsin diye uğraşıyordu. Pentagon bunu gördüğü için Londra’ya direkt bağlı olan Çin’e kollarını uzatan Tahran’ı Japonya’ya attıkları atom bombası örneğiyle sözde uyardı. Geride dur dedi. Onlar da öyle oluyor ki anlaşmalı oldukları için durdu. Sık sık altını çizdiğimiz gibi görünürde 2 ülke bölgede oyunu bozabilecek güce sahipti. Türkiye ve İran. İran anlaşmalı olduğu için mesajı aldığını geri dursa da Türkiye itiraz ediyordu.
Mesajlarla da bunu göstermekten çekinmiyordu. Hakan Fidan’ın Blinken’ı karşılaması daha doğrusu karşılamaması da akıllardan çıkmayacak bir adımdı. Onlar da boş durmuyordu. Blinken’in dünya medyasının yakından takip ettiği kritik ziyarete Amerikan hava kuvvetlerine ait C-17 Globemaster uçağıyla geliyordu. Amerikan Dışişleri Bakanının dönüşü ise Boeing 757 tipi Air Force ile yapılıyordu. Uçağın indiği saatlerde Ankara havaalanı karanlıkta bırakılıyor ve askeri uçak iniş gerçekleştiriyordu. Aslında 2 taraf da birbirine savaştayız mesajı veriyordu. Nato üyesi 2 müttefik ülke bölgenin geleceği konusunda anlaşamıyordu. Bu da ilişkilere doğrudan yansıyordu. Türkiye net adım atarken, Amerika, İsrail Nato ittifakı alanı ve desteği genişletiyor. İsrail aralıksız katliamlarına devam etmesine rağmen sözden öteye geçen pek yoktur.
Mesela savaşın başladığı 7 Ekim’den bu yana 43 gün geçti. 9 ülke İsrail’deki büyükelçiliklerini geri çağırdı. Türkiye, Güney Afrika, Kolombiya, Bahreyn, Bolivya, Çad, Ürdün, Şili, Honduras, Bolivya büyükelçisini geri çağırmasının yanı sıra İsrail’de tüm ikili ilişkilerini de kopardı. Malezya, Endonezya, Suudi Arabistan, Katar, Arap Emirlikleri, yani aklınıza gelen hiçbir ülke İsrail’i karşısına alamıyordu. Daha doğrusu Amerika’yla karşı karşıya gelmek istemiyordu. Tablo böyleydi. Amerika dünyadaki her olaya bir çözüm bulamaz. Ancak vakit ayıran çözüm peşinde koşan model üreten tek güçtür diye İsrail günlerdir acımasızca vuruyor. Çin ortalarda yok. Sesini çıkarabilen var mı? Türkiye dışında kim dik durabiliyor. Bize göre yok. Savaş bütün acımasızlığı ile şiddetli bir şekilde devam ederken, Amerika başka işler de yapıyordu.
Olaylara bir bütün olarak bakmadığımız için buna da cılız kalıyorduk. Oysa bu adım çok önemliydi 4 trilyon doları yöneten BlackRock’ın küçük kardeşi gibi duran Vanguard Grup Çin’den çıkmak için start verdi. Vanguard, Çin’in askeri endüstriyel kompleksinin parçası olan 60 şirkete ve bu şirketlerin yan kuruluşlarına yatırım yapmıştı. Bildiğiniz gibi, Çin yatırılmadığı için büyüktü büyüyordu şimdi bu dalı kesiyorlardı. Hedef Çin üzerinden Londra idi. Washington İmparatorluğu’nun elinden alınmasına itiraz ediyordu.
Vermeyeceklerini ilan ediyordu gereğini de yapmaktan çekinmiyordu. Yapar mı yapamaz mı, başarır mı başaramaz mı bilmem. Gördüğüm tabloyu aktarıyorum. Ekranlarda görmediğiniz göremeyeceğiniz mücadeleyi anlatıyorum. Türkiye’nin de bu mücadelenin tam ortasında olduğu olacağı sır değil. Böylesine büyük bir savaşın etkilemeyeceği ülke yok. Ben Türk devletinin doğru tarafı tercih edip, kazanmasını istiyorum. Her tercihe destek olmak da her Türk’ün görevi olmalıdır. Gazze’deki katliamlarda geldiğimiz durum bu. ABD-İran dayanışmasında olan Gazzeli çocuklara, yaşlılara ve kadınlara oldu. Gerisi ise, teferruattır.